İş ile ev arasında sıkışmış hayatımızda, insanî ilişkilerden kopmuş, arkadaşlığın, komşuluğun, aile içi ilişkilerin kaybolmaya yüz tuttuğu toplumda, bizi bekleyen bir tehlike var: Yalnızlık. Psikiyatri Uzmanı Dr. Barış Önen Ünsalver, yalnızlık hissinin mutsuzluk ve umutsuzluğu getireceğini ve bedenimize de zarar vereceğini söylüyor. Prof. Dr. Ali Köse ise ailelere, akşam gezmelerine çocuklarını da götürmeleri tavsiyesinde bulunuyor.
Modern hayat, çalışma hayatının yoğunluğu ve maddi kazancın ön plana çıkması beraberinde manevi buhranları da getirdi. Toplumumuzda geniş ailelerin yerini artık çekirdek aileler aldı. Giderek daralan aile yapımız, aile bireylerinin de kabuğuna çekilip kendi alanlarını korumaya başlamasına sebep oldu. Bu durum bir gerçeği de karşımıza çıkardı: Yalnızlık. Uzmanlar, çalışma hayatının ağırlaşmasının insanların sürekli ilişkilerini ihmal etmesine neden olduğunu vurguluyor ve bu durumdan en çok çocukların etkilendiğini söylüyor.
Memory Center Nöropsikiyatri Mer-kezi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Barış Önen Ünsalver, kendini yalnız hisseden kişilerin olayların olumsuz yönlerini gördüklerini belirtiyor. Yalnızlık psikolojisiyle sıkıntıların olduğundan daha şiddetli hissedileceğini ifade eden Ünsalver, “Yalnızlığı hissetmek, beraberinde mutsuzluk ve umutsuzluğu da getirir. Kendini yalnız hisseden kişi karamsarlaşır, sorunlar karşısında çaresiz hissedebilir. Yardıma ihtiyacı olsa da yardım istemeyebilir.” diyor. Yalnızlığın zamanla beyin ve beden işlevlerinde de bozulmaya neden olacağının altını çizen Ünsalver, yalnızlığın toplum olarak kısıtlamaya ve gerilemeye neden olacağını dile getiriyor. “Acı ve üzüntülerin paylaşarak azalacağını herkes bilir.” diyen Ünsalver, kişinin kendini yalnız hissettiğinde içine girdiği ruh halini ise “Yeni bir şey öğrenmek, olaylara farklı açılardan bakmak güçleşir. Kişi kendi doğrularına sıkı sıkıya kenetlenir. Bu ise insanları uzaklaştırarak ya da yakınlaşmalarını engelleyerek daha da yalnızlığa iter.” şeklinde tarif ediyor. Ünsalver, bu ruh halinden sıyrılmak için şu önerilerde bulunuyor: “Bizler sosyal varlıklar olduğumuz için kendimizi iyi ya da kötü hissederken ötekilerle karşılaştırma yaparız. Bu doğal bir tepkidir. Başkalarıyla karşılaştırma sayesinde aslında bazı şeylere çok fazla gerek olmadığını ya da kendimizde sorunlu olduğunu düşündüğümüz bir özelliğin sıradan bir özellik olduğunu fark edebiliriz.”
Akşam gezmelerine çocuklarınızı DA götürün
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi din psikolojisi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Köse, makineleşmenin ve bireyselleşmenin toplumu yalnızlaştırdığını söylüyor. Yalnızlaşmanın, modern toplumların, endüstrileşmiş toplumların en önemli sosyal meselesi olduğunu belirten Köse, bu durumu “anomi” ifadesiyle açıklıyor. “Çocuklarımız gün gelecek ‘En yakın arkadaşınız kim?’ sorusuna ‘internet’ cevabını verecek.” diyen Köse, evine ADSL almadığını ve çocuklarına bilgisayar oyunları oynatmadığını dile getiriyor. Akşamları ev gezmelerine çocuklarını mutlaka götürdüğünü söyleyen Köse, ailelerin düştüğü hatayı şöyle anlatıyor: “Çocuklar annesinin, babasının arkadaşlarını bilsinler, farklı insanlar tanısınlar. Ama bazı ailelere bakıyorum; anne baba televizyon seyrediyor, çocuklar diğer odada bilgisayarın başında. Çocuklar eve gelen misafire ‘hoş geldiniz’ bile demiyor. Çocukların anne-baba ile ilişkileri sınırlı. Birlikte bir şey yapma zevkini, birbirine ait olma hissini çoktan kaybetmişler.” Ali Köse, ailelerin çocuklarını en pahalı okullarda okutmakla övündüklerini, ama çocukları bir problem yaşadığı zaman kendilerine açılmak yerine okuldaki psikoloğa gittiklerini ifade ediyor. Çocukların kendilerince bir Güzin Abla aramasının yanlışlığına işaret eden Köse şu gerçeğe dikkat çekiyor: “Neden anne babalarını tercih etmiyorlar? Çünkü anne-babaları onlar için çok uzakta.”
Amerikan hikâyesi artık bizim hikâyemiz
Prof. Dr. Ali Köse, yıllar önce duyduğu bir Amerikan hikâyesinin şimdilerde bizim hikâyemiz olduğunu söylüyor. Köse, çocukların yalnızlığını özetleyen şu hikâyeyi aktarıyor: “Baba akşam eve gelir. Çocuk sorar, ‘Baba sen saatte kaç para kazanıyorsun?’ diye. Babası ‘Git başımdan, ne yapacaksın ne kadar kazandığımı, hem dişlerini fırçala da yat sen bakayım, vakit geç oldu!’ diye çıkışır. Çocuk çaresiz boyun büker ve yatağı boylar. Biraz sonra baba pişman olur, ‘Gidip şunun gönlünü alayım’ diyerek çocuğun yanına gider. ‘Peki’ der, ‘Madem merak ettin bir saatte kaç para kazandığımı, o halde söyleyeyim: 20 dolar kazanıyorum.’ Çocuk, yastığının altından 10 dolar çıkarır, babasına uzatır ve ‘Benimle yarım saat oynar mısın?’ diye sorar. Yıllar önce bu hikâyeyi duyduğumda, ‘Evet bu bir Amerikan hikâyesi.’ demiştim. Ama artık şimdilerde ‘bizim hikâyemiz’ diyebiliyorum.”